Penceremin önünde
kar tanelerinin süzülerek yere inmesini izliyorum. Önce salınarak bir balerin
edasıyla süzülüyorlar. Sonra hızlanıyorlar, telaş içinde eve koşturan
insanların telaşıyla yere iniyorlar. Bahçemdeki çam ağaçları üzerinde birikmeye
başladılar bile. Gecenin karanlığı yavaş yavaş her yere yayıldı. Bahçenin
ışıklarıyla kristal gibi parlıyor ağaçların üzerinde birikenler. Yolculuğa
devam edenler ise, ışık hüzmesinde sihirli bir yol çiziyorlar sanki. Kar güzel
yağıyor. Ne çok ihtiyaç vardı. Tarlalar susuz kalmış, buğdaylar neredeyse yarı
yarıya çıkmış, çıkanlar da soğuktan donmak üzereydi. Şimdi buğday tarlalarının
üzeri en yumuşak, en sıcak örtüleriyle örtülecekti. Beyaz bir yorgan gibi. Ne
kadar tuhaf içimdeki müzik kar tanelerine eşlik edemiyor. Sanki bu güzelliğin
yüreğime inmesini engelleyen bir şey var. İç melodim bu güzelliğe eşlik
edemiyor. Duygularım mı küntleşmişti? Yüreğim mi nasır bağlamıştı. Gözlerimin
gördüğü bu güzelliğe yüreğim neden eşlik edemiyor. Öylece gözümün gördükleri
yüreğime yol alamadan izliyorum kar tanelerinin telaşını. Beyaz umut mu? Beyaz
çaresizlik mi? Yarım asırlık bir yolculuğa çıkıyorum penceremin önünde. Gecenin
karanlığında kayboluyor şimdiki zaman.
Karlar altında
kalmış küçük bir ev. Evin sadece girişi ve bir küçük pencere açıklığı kardan
temizlenmiş. O mavi boyalı küçük pencerenin iç kısmındaki çıkıntıda ben
oturuyorum. Sanırım 4 ya da 5 yaşlarındayım. Sadece küçük bir alanı görüyorum.
Bembeyaz, sadece beyaz, beyazın en parlağı... Her tak sesiyle irkiliyor
bağırmaya başlıyorum. Abla koş abla koş gene düştü öldü mü hemen bak abla… Koş
abla..Pencerenin iç kısmındaki çıkıntısında ben oturuyorum. Dışarıdaki
çıkıntıya ise donmuş gugukçuklar ya da minik serçeler düşüyordu. Ablam dışarı
çıkıp eline alıyor ölmüş bu diyordu bazen. Bazense can çekişen kuşu avuçlarıma
koyup üzülme bak ölmemiş şimdi ısınınca canlanır diyordu. Akşamları ise evin
içine kürekler alınıyordu. Kar çok yağarsa kapımız kapanırsa diye. Korkardım,
ya kaybolursak karın altında derdim. Ablam başımı okşar, korkma babamız
yanımızda o bizi çıkarır derdi. Kar çaresizlik ise baba güç ve kurtarıcı idi.
Mevsimler
birbirini takip ediyor bir başka kış geliyordu yine. Çocukluğumun kışları hep
çetindi. Ben bu çetin kışlarda beyaza saygıyı ve güçlüklere kafa tutmayı
öğreniyordum. Çoğu kez bana çağrıştırdığı çaresizlik oluyordu. Kış demek, kar
demek çaresizlikti. Küçük beynim ve yüreğime hep bunlar kazınıyordu.
Yine böyle bir
kıştı. Her yer neredeyse diz boyu kar ile kaplıydı. Ben yine pencerede aynı
yerde oturuyordum. O küçücük odada dünya ile tek bağlantımız burasıydı ve bunu
en iyi değerlendiren bendim sanki. Karşıdan komşuların bahçemizden evlerine
geçişini izliyordum. Anne baba ve yanlarında 2 kişi daha. Sırayla yürüyorlardı.
Kardaki izleri karşıdan bir oya gibi görünüyordu. Zorlu yürüyüşlerini öylece
izliyordum. Birkaç saat sonra başka bir komşu gelmişti.
—Duydun mu Hatice Ülker’i kocası dövmüş getirip babasının
evine atmış. Bir de kızını getirmiş yanında.
—Annem nerden
çıkarıyorsunuz bunları belki annesini babasını özlemiştir. Yazıktır, günahtır
-
Yok, yok zavallıyı getirip, silkeleyip atmış
İşte yine bir kar yine bir çaresizliği
getirmişti. Anneme sokuldum.
—Şimdi ne olacak anne dedim.
- Sincap, sen
büyüklerin konuşmasını mı dinliyorsun. Anne babasını özlemiş, onlarla biraz
kalıp sonra kendi evine dönecek dedi annem.
Birkaç zaman
sonra bu olayın da bir insanı ölüme götürdüğüne şahit olacaktım. Tıpkı camın
önüne düşen donmuş kuşlar gibi. Olayın içindeyken olayı yaşarken ne kadar
büyükmüşüm. Kendimce ve bu kadar doğru nasıl yorumlamışım. Şimdi hatırlayınca o
günlerde oralarda olan ben değilmişim gibi.. O kadar uzak.. .O kadar yaşanmamış
sanki...
Bu çetin kışta en
çaresiz zamanda Ülker babasının evine bırakılmıştı. Dünyalar güzeli bir kızı
vardı. Simsiyah lüle lüle saçları o bembeyaz yüze öyle masum düşerdi ki, eliyle
hızla saçları yüzünden atar o simsiyah pırıl pırıl iri gözleri ortaya çıkardı.
Ülker’in kızı benden sadece birkaç yaş küçüktü ve daha sonraları artık onu
annesiymiş gibi sevecektim. Evet, bu inatçı kar bizi terk etmişti. Artık güneşi
görmeye başlamıştık. Sonra sonra havalar ısındı. Bahar mıydı yaz mıydı
hatırlamıyorum. Ülkeri’n kızıyla oynamaya diye komşuya gitmiştim. Evde bir sürü
insan bir telaş bir telaş. Ben büyük odaya girer girmez beni kovalamışlar çık
buradan sen ne arıyorsun burada diye bağırmışlardı. Ülker odanın bir köşesinde
yatıyordu. Kadınlardan biri
- Vah bahtsızım vah
kadersizim. Ölüyor. İki küçük çocuk baba evinde vah kadersizim. Vah güzel kızım
-
Ateşi çok yükseldi, cayır cayır yanıyor yavru diyordu bir
başka kadın
-
Kanama, kanaması çok fazla diyordu diğeri Bir başkası..
-
Kara Ahmet’i çağırın onda yılancık taşı var. Alsın gelsin
taşlarını diyordu.
-
Bahçedeki ocağın taşları arasına gizlenmiştim. Ortaya
çıktığımda beni kovalıyordu büyükler. Kara Ahmet
gelmişti. Kutusu elinde. Merak ediyordum taşları. Taşları çıkarırken meraktan
yine fırladım yanlarına. Boy boy yuvarlak taşlardı. Kadının biri yılancık ise
taşlar yapışır diyordu. Beni farkedince yine kovaladı. Ben yine taş ocağın
taşları arasına gizlendim.
Esmer bir kadın
vah gitti gitti anam diye bağırarak çıktı dışarı gitti. Öldü anam öldü. Dört
parmağını göstererek önce havaya kaldırmış, sonra iki bacağının arasına sokmuş,
ha böyle sazları sokmuş sokmuş.Kanama kanama..Ne yapsın zavallı. Zaten 2 çocuk
var. Bu yüzü hemen unutmak istedim. Sanki Ülker’i o öldürmüştü. Adını da yüzünü
de hemen orada unutmuştum. Ölümün soğukluğuyla ilk kez orada o anda küçücük bir
çocukken tanışmıştım. Bu ölüm de kar ile gelmişti. Tıpkı guguk kuşları gibi .
O günden sonra
Ülker’in kızının annesi olmuştum adeta. Onun yanında bir kez olsun anneme anne
diye seslenememiş, her öğünde onu bize getirip, yemeğini yedirmiştim. Öğlen
saatlerinde onunla birlikte uykuya yatmıştım. O küçüktü uyuyarak büyüyecekti.
Bir yıl sonra ben okula başlamıştım. Babası ben okuldayken Ülker’in kızını alıp
götürmüştü. Veda bile edememiştik. Yıllar sonra onun da anne olduğunu
duymuştum. O can parçasını babası alıp götürdükten sonra hiç görmemiştim.
Kar beyaz kar... Bereket dediğimiz kar...Çocukluğumda
çaresizlik diye kodlanmıştı beynime.
Babam adeta
kendini kapıya vurarak girmişti içeri. Ellerinde fileler, şapkası, paltosu kar
içinde kardan adam gibi. Elindeki çantaları kapının arkasına bırakıverdi.
Elleri tutmuyordu. Sobaya yaklaştırdığı an acıyla uzaklaşıyor kıvranıyordu.
Ellerine baktım. Patlıcan moruydu. İlk kez ilk kez bu kadar morarmış eller
görüyordum. Acıdan gözlerinden yaşlar geliyordu. Köşeye büzülmüş, korkmuş
gözlerle babamı izliyordum. Gözlerinden yaşlar akıyordu. Bu acı ne kadar sürdü
bilmiyorum. Neden sonra paltosunu çıkarabildi. Sonra yanıma oturdu. Hanım şu
çantaları getir dedi. Çantalardan 2 küçük kırmızı manto çıktı. Yakalarında
kürkü olan. Kırmızı ponponları olan.. Sonra 2 küçük bot. Botların kenarındaki
işçiliği hala hatırlıyorum. Çizebilecek kadar net hatırlıyorum. Deri dantel
gibi işlenmişti sanki. Kızlarıma manto aldım derken morarmış ellerinin acısını
çoktan unutmuştu. Babam canım babam.Her tarafta metrelerce kalınlıkta kar
varken o aşağıdaki köylerdeki insanları da alır şehir merkezine taşırdı.
Traktör kasasının arkasını bir brandayla kapatarak ihtiyacı olanları şehir
merkezine taşırdı. Hastasını, yolcusunu. Çoğu zaman para almazdı. Bazen ısrarla
bırakanlar olursa onunla da bize meyve ya da giysi alırdı. Böyle bir işi
yapmasına hiç gerek yok iken. O dönemde bizim oralarda traktöre sahip tek kişi
olarak, kendini sorumlu hissederdi. Kar demek fedakarlık demekti, fedakarlık
ise babam demekti.
Mevsimler
değişti, yeni kışlar yeni karlar geldi. Artık eskisi gibi uzun kalmıyordu kar.
Geçerken uğrayıp bir selam vereyim der gibiydi. Öyle metrelerce tepeler
oluşturmuyordu. Çaresiz hissetmiyordum. Belki de biraz büyüdüğüm için biraz
daha farklı bir gözle bakabiliyordum. Artık ilkokula gidiyordum. Kar yağdığında
artık evimizin kapısını kapatmıyor kış geceleri komşularımız
rahatlıkla bize gelebiliyordu. Özellikle genç kızlar bize gelmek için can
atıyordu. Dışarıda bembeyaz tertemiz bir örtüden evimize girdiklerinde içeride
bahar vardı. Sıcacık bir oda. Her zaman temizlik kokan, dikkatinizi çekerim
deterjan demiyorum temizlik kokan. Sonra özenle örülmüş danteller. Üzerlerine
ipeklerle kuşlar, çiçekler işlenmiş yastıklar. O kuşlar o kadar canlı dururdu
ki, çok dikkatli bakınca sanki bir an uçup havalanacaklar gibi gelirdi.
Rengarenk ipeklerle işlenmiş yastıklar. Dantellerle süslenmiş örtüler..Dışarda
kar içerde bahar vardı sanki.Ama daha da güzeli.Kadife sesli annemin o güzel
sesiyle seslendirdiği halk hikayeleri. Tahir ile Zühre, Aslı ile Kerem ve daha
niceleri.Genç kızları bir mıknatıs gibi bizim eve çekerdi. Ne güzel şiirler
okurdu annem. Kadife sesli, ipek saçlı annem. O kadar narin, o kadar zarifti ki,
sanki bütün şiirlerin şairi gibiydi. Sanki bütün aşk hikayelerini annem
yazmıştı. Öyle sıcaktı ki odamız. Buram buram sevgi. Buram buram şiir, buram
buram temizlik kokuyordu. Tıpkı dışarıdaki karın temizlik, saflık çağrıştırdığı
gibi.
Yarım asırlık yaşamımda kar taneleri bir kez umut olarak
yağmıştı. Ortaokula gidiyordum. Matematik sınavında öğretmenim beni kendi
masasına oturtmuştu. İlk 15 dakikada sınavımı bitirmiştim. Pencereden dışarı
baktım. Lapa lapa kar yağıyordu. Salına salına inen iri kar taneleri balerin
gibi süzülerek aşağı iniyordu. İçimdeki melodi benim iç müziğim bu balerinlere
eşlik ediyordu. Zihnim pırıl pırıldı. Umutlarım yeni tomurcuklanmış bir gül
gibiydi. Başaracağım dedim başaracağım. Ne güzel ne eşşiz müzikti, ne eşsiz bir
danstı bu. Bu ne beyaz bir saflıktı. Bu küçücük yürekte bu ne büyük bir güçtü.
Hayatımda ilk kez kar umut olup yağmıştı. Korku yoktu, çaresizlik yoktu. Esaret
yoktu.
Mevsimin ilk karı
umut olmuştu ama 2. Kar yağdığında hurda bir otobüsle köy yolundaydım. Geceydi.
Dışarısı kapkaranlıktı ama yerler yine karla kaplanmıştı. Hurda otobüsün
camları nefesimizden buğulanmıştı. Dışarısı görünmüyordu zaten karanlıktı.
İçerde ağır ve rutubetli bir koku ve yüreğimde acının en büyüğü. En kötü haberi
almıştım. Babam canım babam, fedakarlığın adı, sevginin adı, kar ın beyazı
babamın beyin tümörü olduğunu öğrenmiştim. Çaresizliğin ne olduğunu işte bu
hurda otobüsün içinde yüreğim yanarken anlıyordum. Otobüs kayıyor, kara
saplanıyor bir türlü yol alamıyordu. Kayınca içerdeki insanlar korkuyor
bağrışıyor ama ben içimde bir yanardağı ile buz gibiydim. Kar kar bana hep acı
hatıralarla geliyordu. Belki belki de bu nedenle iç melodim artık ona eşlik
etmek istemiyordu. Babam gidiyordu ve artık kardan korkuyordum. Ablam diyordu
ya korkma babam yanımızda diye. Artık babam olmayacaktı. Asıl çaresizliğim yeni
başlıyordu. Kar beyaz bir çaresizlikti benim için.
Yıllar geçtikçe
karı göremez olduk. Artık eskisi gibi çok yağmıyordu. Yağdığında da çok fazla
yerde kalmıyordu. Çocukluğum çok uzun yıllar öncesinde kalmıştı. Bense umutsuz
şiirler yazan iflah olmaz bir romantiktim. Beni ayakta tutan, bana güç veren
tek şey sevgiydi.
Yine mevsimlerden
kıştı. Yine kar vardı ve ben artık çocuk değildim. Kırklı yaşlara gelmiş bir
kadındım. O gece rüyamda onu gördüm. Kollarını sıvamış tepsiler dolusu pilav
yapıyordu. Pilavın üzerine etleri özenle bir sanat eseriymiş gibi
yerleştiriyordu. Öyle mutlu görünüyordu ki, gözlerinin içi gülüyordu. Kendi
kendime bu bir düğün mü yoksa bir dua falan mı diyordum. Yavaş yavaş kalabalığın
içine doğru yürüyordum. Uzaktan çok güzel bir müzik duyuluyordu. Düğünmüş
diyordum düğün. Sonra elinden tuttuğum bir kız çocuğuyla müziğe doğru
ilerliyordum. Yanımızdan bir kamyon geçiyordu ve kız çocuğu kayboluyordu. Onu
aramaya başlıyordum. Sonra büyük bir odaya giriyordum. Buradaki herkes çok
mutluydu. O sevgilim, canımın parçası gözlerinin içi gülerek tepsi, tepsi pilav
dağıtıyordu. O kadar mutlu, o kadar mutlu ki. Sabah olunca mesaj çekiyorum. Hiç
unutmuyorum 23. Ocak....Seni rüyamda gördüm diyorum. Çok mutluydun. İnşallah
hep böyle mutlu olursun. Akşam işten eve dönerken her tarafı kar kaplıyor.
Arabamla adım adım ilerliyorum. Öyle kayıyor ki, eve varamayacağımı
düşünüyorum. Ben bir çelik gibi gerilmişken, telefonum çalıyor, onun ismini görüyorum
tam açacakken kapanıyor. Belli ki, mesajım okunurken yanlışlıkla aranmışım. O
gece o çok tanıdığım yürek acısını yine duyuyorum. Kıvranıp duruyorum. Aylar
sonra bir Nisan ayında bir sosyal iletişim ağının sayfasında tesadüfen bir
fotoğraf görüyorum. Kadın şöyle yazmış. 23 Ocakta evlendik. Düğün fotoğrafları.
Kadını bir kar tanesi gibi görüyorum. Kristal gibi, ya da iç müziğimle dünyanın
en güzel dansını edecek bir balerin gibi. Sevgilimi rüyamda gördüğüm o gece 23
Ocak. O sevdiği kadınla evlenmişti. Kar tanesi gibi görmüştüm kadını o beyaz
gelinliğin içinde. Işıl ışıl, beyazın en beyazı kar tanesi gibi.
Belki de o yüzden
iç müziğim artık kar tanelerine eşlik etmiyor. Çünkü kar benim için hep Beyaz
bir çaresizlikti.
Yazan: Serpil Tütüncü