Günlerden Pazar olmasına rağmen sabah saat dokuz gibi uyandım. Hayret!
Kar yağıyordu. Oysa Londra da kar on veya on beş yılda bir yağarmış. Önemli
değil, kar yağışını severim. Mutfağa gidip sıcak bir kahve hazırladım.
Pencerenin önündeki koltuğa oturdum. İyi ki pazar bugün dedim kendime. Çok
yoğun çalıştığım bir hafta geçirmiştim. Londra ya geleli bir hafta olmuştu.
Türkiye de çalıştığım ilaç şirketinin yabancı ortağı bana burada çalışmam için
teklifte bulunmuş ben de kabul etmiştim. Kariyerim için önemli bir fırsattı.
Üstelik yabancı bir ülkede bir müddet yaşamak ta cazip gelmişti. Şirketin benim
için Wimbledon da kiralamış olduğu bu evde oturacaktım. Wimbledon Londra'nın
çok sakin bir banliyösü. Gerçi bugün Pazar ama diğer günlerde böyle. Dışarıda
tek tük araba ve köpeklerini gezdiren birkaç kişi dışında pek kimse yok. Zihnim
sürekli yarın yeni şirketimde yapacağım sunumda. Bir haftadır bu rapor için
uğraşıyorum. Yatan hastalarda oluşan yaralar için yeni üretilen bir ilacın yan
etkileri üzerine çalıştım ve hazırladığım raporu yarın 10.00 da ki toplantı da
kurula sunacağım. İyi ki Pazar günü var. Bugün kafamı dağıtıp yarın için
enerjik ve dinamik olmalıyım.
Laptopta Türkiye'de ki haberlere baktım bu arada. İç açıcı
hiçbir şey yok. Yine iki şehit vermişiz. Bunlar neden hep benim ülkemde oluyor?
Oysa burası başka bir dünya gibi ama yaşayanlar bizim gibi insan. İki gözleri
bir burnu bir de ağızları var. Uzaylı falan değil yani.
Saate baktım. On iki olmuş. Biraz çıkıp hava alacağım. Kar
da kesildi zaten. Paltomu giyip şemsiyemi de aldım. Londra da kar her an
yağmura dönebilir. Evimin yakınındaki tren istasyonuna geldim. Buradan Londra
trenle 15 dakika. Londra'nın Oxford caddesinde ineceğim. Güzel kafeler varmış.
Hem de bir şeyler atıştırırım diye düşündüm. Durakta indim. Biraz yürüdükten
sonra Oxford caddesine çıktım. Gerçekten ihtişamlı. Eski binalar özenle
korunmuş. Trafikte kaos yok. Yaya kaldırımları da geniş. İnsanlar rahat rahat
yürüyebiliyorlar. Birkaç mağazanın önünden geçtim. Ara sokağı geçtikten sonra
köşedeki bankanın önüne gelince birden irkildim. Banka açıktı. Camdan içeriye
baktığımda bankoların önünde sıra bekleyen müşterileri gördüm. Bu banka Pazar
günleri de çalışan özel bir banka olmalıydı. Biraz daha yürüdüm. İşte şurada da
Postane var. Eskiden olsa Türkiye'ye tebrik kartı gönderirdim diye güldüm kendi
kendime. Fakat Postane de çalışan memurları görünce içime bir kurt düşmeye
başladı. Yoksa bugün Pazar değil miydi? Aşırı iş yoğunluğundan günleri mi
karıştırmıştım ben. Yoksa rüyada mıydım? Evet, bugün herkes çalışıyordu burada.
Hemen bir gazete aldım. Evet, bugün pazardı. Bir kafeye oturup kahve söyledim
bir şey yiyecek durumda değildim çünkü. Rüyada olsam ayağımı vuran ayakkabının
acısını hissetmezdim. Gazeteyi açtım. İlk sayfadaki haberde bir protesto
yürüyüşünden bahsediyordu. Londra'nın bazı semtlerinde halk hükümetin ekonomik
krize önlem olarak, Pazar günlerinin de işgünü olacağını, bir müddet tatil
yapılmayacağı kararını protesto ediyordu. Sandalyenin altımdan kaydığını
hissettim düşecekken masaya tutundum. Nasıl olur da unutmuştum. Şirkete ilk
geldiğim gün söylemişlerdi. Bir müddet Pazar günleri de çalışılacağını.
Hemen bir taksiye atlayıp şirkete geldim. Bu ara da
saat ikiyi on geçiyordu. Asansörle toplantının yapılacağı kata çıktım. Salonda
kimseler yoktu tabii. Koşarak odama giderken bölüm şefimin kızgın ve soran
gözleriyle karşılaştım. Hemen odadaki masama gitmemi söyledi. Masada adıma
hazırlanmış istifa dilekçesi ile bir adet uçak dönüş bileti duruyordu. Herşey
mahvolmuştu. Kariyerime nokta koymak zorundaydım.
Yazan: Sibel Özden ÇİMEN
0 yorum:
Yorum Gönder