1970’lerin ortaları. Atatürk
Ortaokulu’nda bir yıl önce 3 dersten kaldığım için sorumlu öğrenciyim.
Aynı zamanda babamla anlaşamadığım için de sorunlu. O dönemde kurallara göre
sadece sorumlu olduğumuz derslerden sınıflara giriyor, diğer zamanlarda okulun
bahçesinde zaman geçiriyoruz. Benim gibi 7/8 öğrenci daha var, çoğunluğu erkek,
üç kız var ve ben birine aşığım. Haberinin olmaması önemli değil, önemli olan
ben biliyorum.
Yaşımız gereği ergenliğe adım
attığımız sorunlu dönemler. Saçlarım kıvırcık, şapkam başımdan eksik olmuyor.
Kendimi havalarda görüyorum, tek eksiğim ayağımdaki ayakkabıların kara lastik
olması.
Güneşli güzel bir cuma günü
okul bahçesinde ders arasında tüm sorumlular birlikte sohbet ediyoruz. Öyle
havadan sudan, okuldan derslerden falan. Kızlardan biri bana bakarak;
—İsmail, sana bir şey sorabilirmiyim?
-Sooor.
—Neden ayakkabı değil de kara lastik
giyiyorsun?
Şok yaşıyor tüm öğrenciler, ne yanıt
verebilirim ki? Babamın parası yok o yüzden diyemiyorum, yutkunup duruyorum. Derken
bir soru daha;
—Hadi kara lastik giyiyorsun hiç
olmazsa altı delik olmayandan giyemez misin? (Demek altıda delinmiş ve benim
haberim yok)
Duramıyorum orada daha fazla, kalan son
dersimi de beklemeden en iyi yaptığım işi yapıyorum yine kaçıyorum okuldan.
Doğru Boyacı Şezai’nin yanına. Dokuz gün tam mesai çalışarak kendime bir çift
bot alıyorum. (İlkbahar ve yazın ilk günlerinde bile ayağımda o botlarla
bitiriyorum öğrenim dönemini)
(40 yıl sonra)
Emekliyim artık, pazartesinden
cumartesiye altımda bisiklet, sırt çantamda kitabım, gazetem, suyum ve ara
öğünlerimle uzun turlara çıkmadığım günlerde kent içinde eş, dost, arkadaşları
ziyaret ediyor, zamanımı keyifli geçirmeye çalışıyorum.
Yine böyle bir
günde Zübeyde Hanım caddesinde ilerliyorum. Kara lastik düşmanı arkadaşım da
bisiklet meraklısı, karşıdan gözüküyor.. Bisikletini yolun kenarına park etmiş,
beni görmüyor büfeden alışveriş yapmakla meşgul. Birden aklıma o gün geliyor.
Önce kendi ayaklarıma bakıyorum, ayağımda bisiklete uygun bir çift ayakkabı,
rahatlıyorum. Onun ayaklarına doğru bakıyorum ama yerdeki dondurma dolabı
yüzünden ayağında ne var göremiyorum. Derken bisikletine takılıyor gözüm. Dış
lastikleri oldukça yıpranmış, ve ön lastiğinin yarılmış, iç lastiğinin fırlamak
üzere olduğunu görüyorum. Bir bisikletçinin gözünden imkansız kaçmayacak bir
görüntü ve böyle pedal basılmaz. Derken yaklaşıyor, beni görünce gülümseyerek;
“Merhaba” diyor. Selamını alıyorum ve aklıma gelen soruyu;
-Neden yırtık lastikle
geziyorsun?
Soramıyorum. İyi günler dileyip
yanından ayrılıyorum…
Yazan: İsmail Demiray
1 yorum:
O soruyu sorcaktın İsmail abi... :)
Yorum Gönder