"Nasıl yani?" diye merakla sordu Kubi. Skleraları* şaşkınlıktan yemyeşil olmuş ışıldıyordu. "Şimdi bana, siz
dünyalıların hiçbir şey yapmadan, boş boş oturabilecekleri bir günlerinin
olduğunu mu söylüyorsun?"
"Evet" diye yanıtladım. Ardından hemen "Yani kısmen boş
boş geçirecek" diye düzelttim. Sonra sordum "Neden şaşırdın
anlamadım, bana sizin gezegende de gün ve ay isimlerinin bizimkilerle aynı
olduğunu söylemiştin diye hatırlıyorum."
"İsimleri aynıdır ama sanırım sıralamaları biraz değişik. Bizim
gezegende Cumartesi'den sonra Pazartesi gelir."
"Ama bu çok saçma" diye itiraz ettim. "Dinlenmek ya da
eğlenmek için bir gün ayırmalı kendine insan."
"Asıl saçma olan sizin dünyanızdaki uygulama" diye karşı
çıktı leyleklerin tıkırdamasını andıran bir sesle. Sesi yükselmişti ama yüz hatları
olmadığından ve konuşurken dudakları bizimkiler gibi büzülmediğinden sinirlenip
sinirlenmediğini anlayamadım. Zaten öfkelenmek, sinirlenmek, nefret etmek gibi
hisleri dünyaya geldiğinde öğrenmişti ve bu yüzden bu duygulara karşılık gelen
bir göz rengi şimdilik oluşmamıştı. Pazartesileri cumartesiden başlatacak kadar
ilginç bir gezegenden gelen birine öğretecek tek şeyimizin öfke ve nefret
olması içimi burktu.
Yine de gözleri uçuk, tozlu bir maviye dönüşmeye başlayınca
sakinleştiğini ve huzur seviyesinin maksimumda olduğunu anladım. Kendi
lisanında yumuşak sayılabilecek ama bana örs üzerinde çınlayan bir çekiç gibi
gelen ses tonu ile devam etti anlatmaya…
"Düşünürsen, aslından ne kadar saçma olduğunu sende anlayacaksın.
Mesela o gün ne yapacaksın. Kana kana uyumak istesen balığa çıkamazsın,
arkadaşların pikniğe gitmek istesen, kız arkadaşın onu ektiğin için canına
okur; kırlarda, bayırlarda dolaşmak, denize gitmek istesen, en sevdiğin diziyi
kaçırırsın; yalnız kalıp kafa dinlemek istesen, uzun zamandır ziyaret etmediğin
annenin sitemini dinlemek zorunda kalırsın. Aynı zaman aralığında her şeyi
yapmak zorunda olduğun tek bir gün! Bu korkunç. Yapman gereken onca şey
arasında seçim yapmaktansa ve yaptığım her seçim başka bir seçeneği reddetmek anlamına geliyorsa ve her
yapamadığın şey için üzüleceksen veya bu yüzden birinden azar işiteceksen,
bugünün hiç olmaması daha iyi değil mi?"
Cümleleri makineli bir tüfekten dökülen boş kovanlar gibi bir biri
ardında sıralarken gözleri üzüntüyle çürümüş bir kavuniçiye döndü. Bizim için
gerçekten üzülmüştü Kubi.
"Ama yine de hafta sonu olmayan bir düzen anlamsız değil mi?"
diye sordum usulca.
"Hiç de değil. Zaten bir haftanın sonu diğerinin başı değil midir?
Bence böylesi çok daha iyi."
Sustum. Haklıydı aslında. Zaten hiçbir şeye yetmeyen bir günün varlığı
gerçekten de saçmaydı. Belki de bugünün de çalışarak değerlendirilmesi dünya
ekonomisine büyük katkı sağlardı. Hem zaten çoğu kez tüm bir Pazar gününü
Pazartesi günü işyerinde başımıza gelecekleri düşünmekle heba etmiyor muydum?
En azından bundan kurtulurdum. Hatta Pazar günü olmazsa Pazartesi Sendromu diye
bir hastalıkta olmazdı muhtemelen. Sonra birden zihnimde çakan bir şimşekle
kendime geldim.
"İyi de" dedim. "Astereoid-313'te de bir yılın 365 gün
olduğunu söylemiştin. Ve hatırladığım kadarıyla takvimlerimiz de birbirine çok
benziyor. Pazartesiler Cumartesi'den başlıyorsa Pazar günlerinin takvimden
düşmesi gerekiyor."
"Evet" dedi omuzlarını kısarak. "Güneş etrafındaki
dönüşümüzü 365 günde tamamlıyoruz ama takvimlerimizde 313 gün var."
"Peki, kullanmadığınız 52 tane Pazar günü ne oluyor?"
"Ha onlar mı? " diye umursamazca sordu. Benden bakışlarını
kaçırmak için başını öne eğse de, parlak zeminden yansıyan, hınzır bir türkuaz
ile parlayan gözlerini fark ettim.
"Şey… Bizde yılbaşı tatili 52 gün sürer de…"
*Sklera: Bizim göz akı diye isimlendirdiğimiz, gözün beyaz kısmı.
0 yorum:
Yorum Gönder